Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ANTALYA'DA SONBAHAR

Zonguldak ve Eskişehir de yaşadığım yıllar sonbahar ayını sevmezdim. O zamanlar, yağmur, kar-kış, sis gibi hava şartları belirlerdi ruh halimi :) Ciddilik payı olsa da şaka bir yana, deniz mevsimi kısa sürdüğü için sevmezdim. Yaz ortasında bile, yarın denize gideceğiz; ama hava nasıl olur ki diye düşününce. Antalya'da yaşamaya başladığımdan beri sonbahar aylarını çok seviyorum. Özellikle Eylül 15 sonrası, Ekim ve Kasım ayları..herkes evine-köyüne döndüğü için, okullar açıldığı için, sahil sakin, deniz temiz ve berrak, ayrı bir huzurlu oluyor. Geçen yaz ve sonbahar ayları çalışmadığım bir dönemdi, bu fırsatı oldukça iyi değerlendirdim. Sadece deniz konusunda değil tabi..Ekim-Kasım aylarında denize gidip yüzen bir avuç insan kalıyor. Bana onlar, operaya yanında opera seven biriyle gidip izlemiş-dinlemişsin gibi geliyor. Şu an birden aklıma geldi bu benzetme aslında. Operaya çok sık giden biri değilim; ama severim, özellikle canlı izleyerek dinlemeyi. Bir senesi hatırlıyorum, faz

GÜZELLİKLERE HER ZAMAN İHTİYACIMIZ VAR!

                    Özel günleri neden seviyorum? Çünkü herkeste olmadığı kadar bir pozitiflik, bir iyimserlik..Unuttuğumuz hoşgörü. Bayramlar mesela; her ne kadar eski bayramlar kalmadı dense de, kızgınlık, küskünlük o gün için unutuluyor. Uygulayan az da olsa var. Sevmediği birine bile, bayram hatırına iyi davrananlar var. "Bugün bayram kalp kırmayalım.!" Yeni yıl kutlamaları. Ne değişecek dense de; birçoğumuz bir sonraki yıla saklar yarım kalan hayallerini, yeniden planlar yapılır, yapılacaklar gözden geçirilir. Artılar-eksiler değerlendirilir. Gördüğüm kadarı ile yine, sadece sevdiklerimize değil, tanımadığımız insanlara bile 'İyi yıllar!' dileğinde bulunuyoruz.. Bu söz ile ne kadar mutlu olan, kendini iyi hisseden, yüzüne kocaman bir gülümseme yayılan insanlar biliyorum. Doğumgünleri. Yılda iki kere kutlansın; ama bir yaş atarak :-) Ne güzel dilekler, içten dualar duyuyor insan, nasıl mutlu olmazsın. Hediye alınca ne gerek var diyorlar ya,

SOS-YAL MEDYA

Dün uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımı aradım. Yaz başında rahatsızdı, sonrasında aradığımda telefonu kapalıydı, bir daha aramadım. Telefonla iletişim konusunda tembelim. Bugün, az sonra, şimdi müsait değildir, derken zaman geçer. Arkadaşımın, arada facebookta paylaştığı fotoğrafları gördüğüm için, kendimce iyi olduğu sonucuna varmıştım :( Dün ilk aradığımda telefonu kapalıydı yine, görünce o beni aradı. Meğer teşhis ve tedavisi uzun bir hastalığa yakalanmış. Hastalığı yüzünden, yaz tatilini çoğunlukla evde geçirmiş. Ve daha iyileşmemiş :( Sanal aleme öyle bir sardık ki, normalde insan ilişkileri nasıl olurdu unuttuk. Facebookta paylaştığı bir fotoğrafa, bir iletiye göre yorum yapıyoruz kendimizce. Keyfi yerinde, şu an gezmede vs.. Benzer hareketi, kendimde de farkedince, çok kızdım. Fotoğraf örneğini verince başka iletişimsizlikler de geldi aklıma. Evet paylaştıkları sayesinde, tanımadığımız biri hakkında fikir sahibi olabiliriz, bu doğru; ama tanıdığımız birinde duru

BİR KİTAP - DİLRUBA

1905’te Topkapı Hamamı’da çıkan büyük Edirne yangınında hem öksüz hem yetim kalan Dilruba’nın hikayesini anlatıyor yazarımız. Bir yetimin hikayesi gibi gözükse de, aslında Osmanlı topraklarında, şeriat altında yaşayan, peçeye mahkum edilen tüm kadınların hikayesini ve mücadelesini anlatıyor.  14 yaşında, ailesini yangında kaybeden Dilruba’yı Darülaceze’ye yerleştiriyorlar. Dedesi ve amcası onu sahipleniyor. Dedesi son derece mülayim, anlayışlı ve boş vaktini atölyesinde resim yaparak geçiren bir ihtiyardır. Evde amcası, hasta yengesi ve desteğini her zaman hissettiği Kazım ağabeyi yaşamaktadır. Yengesi hasta yatağında yatarken, amcası, kızı yaşlarında oldukça güzel ve daha önce hiç evlenmemiş olan Züleyha ‘yı kuma olarak getirir eve. Yengesinin beklenen ölümü ile evin hakimiyeti Züleyha’ya geçer. Güzelliği ve cilvesi ile amcasını parmağında oynatan Züleyha, ev halkına karşı çok sevecen değildir. Dedesi, Dilruba’yı muallim mektebine yazdırır. Bu okul, Dilruba’nın yaşamınd

BİR KİTAP - BAY DALDRY'NİN TUHAF İSTANBUL YOLCULUĞU

                     “Rastlantıların basitliğine, tesadüfün sahiciliğine” inanıyor musunuz?  Evet ? O zaman anlatacaklarımı iyi dinleyin lütfen.  Kitap, falcı kadınlara, alın yazısına ve hayattaki benzeri ipuçlarına inanmayan, koku yeteneği olan, Alice ve kavşak resimleri yapan, ressam Daldry’nin tuhaf hikayesini anlatıyor. Zaman zaman, Marc Levy’nin basit ama masalsı anlatımını, bazen hayal gücünü zorlayan, fantastik romanlarını okumayı seviyorum. Bay Daldry ve Alice iki komşudur. Alice’in arada bir gelip geç saatlere kadar oturan gürültücü arkadaşları vardır. Dolayısı ile komşusu Alice’i pek sevmez. Alice’in, geceleri şehrin yıldızlarını, gündüzleri gökyüzünü görebileceği bir cam çatısı vardır. Oysa ki bu cam çatı Bay Daldry’de olmalıydı. Alice arkadaşlarıyla Brighton’a yaptığı bir gezide, onların ısrarı üzerine falına baktırır. İnanmamasına rağmen kadının bakışları, sesi ve söylediği birkaç cümle onu düşündürür. Kadın ona “Hayatında herkesten çok yer tu