Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İÇİMDEN HİÇ SES GELMEDİĞİ ZAMANLAR

Gökyüzü ve bulutlar ilgimi çekmiştir hep. Nefes almayı unutur ya insan bazen, birden başımı kaldırıp gökyüzüne baktığımda ferahladığımı hissediyorum ben. Sık olmasa da içimden hiç ses gelmez bazı zamanlar...Geçen gün öğle yemeği sonrası dışarı çıkmıştım, gökyüzüne bakmadan edemem, bugün ne giymiş derim. Düşündüm sonra, öyle güzeldi ki "Bir de dilin olsa kimbilir ne güzel şeyler söylerdin sen" dedim.  Kümülüs bulutlar favorimdir bu arada. Şirketimizin bulunduğu yer dağlara baktığı için, bulutlar ayrı bir güzel. Çok nadiren gökyüzü bulutsuz ve renksiz oluyor. O zamanlar belki onun da içinden hiç ses gelmiyordur... Hayat yorar ve bıkkınlık verir bazen, bazı şeyler üst üste gelir, işte o zamanlarda gücümüzü severek yaptığımız uğraşılarımızdan alıyoruz sanırım(böyle hissedilen anlarda farkında olmasak da kesin öyle). Hep diyorum son bir iki yıldır "Daha esnek ve daha güçlü olayım, sert ve kırılgan olmayayım"  Bunu imtihan mıdır bazı yaşadığımız can

DÜNYA BURASI, RÜYA UYKUDA :)

Çok rüya görenler, yaratıcılıklarını rüyalarıyla beslermiş. Rüyalarla ilgili okuduğum bir yazıda Salvador Dali'nin, eserlerinde rüyalarından faydalandığı anlatılıyor. Bilimsel açıdan bakıldığında tartışılır bir şeymiş. Rüyaların sembolik anlam taşıdığı anlatılıyor bir de. Ben de çok rüya görürüm; ama yaratıcılığımı çalıştırmadığı kesin :) Freud ve rüyalarla ilgili yazılanlar ise biraz daha karışık. Sohbet etmekten keyif aldığım, iki arkadaşımla konuşuyoruz bir gün. Bir tanesi, sık sık aynı rüyayı gördüğünü söyledi, detaylandırmak istemediği için sormadık biz de. Ona buna danışırken, şehir dışında birine yönlendirmişler onu. Önce telefonla görüşmüşler, sonra yaşadığı yere gitmiş, tanışmış. Rüyalarını ona anlatıyormuş ve o kişinin kendisi için yol gösterici olduğunu, rüyalarını yorumladığını söyledi. Biz film gibi, dinledik onu. "Aslında herkesin bu hayatta bir kılavuzu var; ama biz ona hazırsak karşımıza çıkıyor" dedi. Benim için öyle bir kişi yok, çevremdeki insanla

BİR KİTAP - BU ROMAN O KIZ OKUNSUN DİYE YAZILDI

                                Sevgiliyi bulmak mı zor? Sevgiliyi kaybetmek mi?                       “Bazı ‘an’lar vardır, koca bir öykünün sırrı onlarda gizlidir sanki.” Sonbahar yaprakları vardır hani, sarı, turuncu, kırmızı ve tonları. Sıcacıktır renkler, içiniz ısınır. Sanki yarım kalmış duyguların ve aşkın rengidir mevsim. Kitabın şiirsel anlatımı, verdiği yoğun duygu, güçlü-narin bir iki kol gibi sarıyor bizi. Eğer kitapların bir okuma mevsimi var ise Bu Roman O Kız Okusun Diye Yazıldı tam Sonbahar’a yaraşır bir kitap olmuş.  Yazarımız Bir An Bin Parça romanıyla 2007 Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanmıştır. Kendisinin yazıp-yönettiği Aykırı Kumpanya adlı gösterisi vardır. İlk yayımlanan kitabı, Geç Kalmış Romantik isimli öykü kitabıdır. Bir televizyon kanalında Aykırı Sorular adlı programı sunmaya devam etmektedir. Yazarın okuduğum ilk kitabı. Sosyal medyada da kendisini takip ediyorum. Romanının adı ilgimi çekmişti. Akıcı bir dille yazılmış. Kitabın kapak

BİR KİTAP - DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR

“..Eğer hayatımız bir film sahnesi olsaydı ve en çarpıcı sahneyle başlamasını isteseydik acaba o sahne ne olurdu?...” “Nihayet yola çıkmaya karar verir insan, nereye varacağına değil. Bir yol hikayesi yazmaya karar verdiğinizde de sonunu muhakkak yol yazar.” Düğümlere Üfleyen Kadınlar’ı bu sözlerle bitiriyor yazarımız. Romanın adı ilgimi çekmiş, kitaba karşı merakımı arttırmıştı. Hikayenin içine girdiğinizde “Bu isim evet, tam da bu kitap için” diye düşünmeye başlıyorsunuz.  Okumaya başlar başlamaz, ilk dikkatimi çeken betimlemeler oldu. Yazarımız sık sık betimlemeler yaparak, hikayenin içine çekiyor bizi fark ettirmeden. Hikayemiz uzun bir yolculuğu anlatıyor. Betimlemeler sayesinde hikayeye yabancı kalamıyorsunuz, siz de onlarla birlikte yola çıkıyorsunuz. Okudukça altı çizilecek cümleler artıyor.  Dört kadın beraber çıkıyor bu yola. Hikayemizin kahramanları Madam Lilla, Maryam, Amira ve yazarımız. Sıradan kadınlar değil bunlar. Her birinin farklı hikayesi

İÇİMİZDEKİ CANAVAR

  Yazmak iyi bir iletişim aracı değil, her şeyi ters-düz edebiliyor; ama kendini anlamak ve düşünmek için iyi bir araç. Yazdığım zaman farkettim ki iyi hissediyorum, kendi kendime yazdığımda, mesaj verme kaygısı olmadan yazdığımda özellikle. Artık hissettiğimi anlatmak için, kendi sözlerimi yazmak istiyorum çoğunlukla.. Bazen tüm içtenliğiyle, çok güzel bir şey paylaşıyor insan; ama okuyanı bırak, yazan bile yazdığını ikinci bir kez okuduğunda farklı bir anlamı oluyor :)... yanlış anladığında kendi kendine soruyorsun kendin cevaplıyorsun, o sebeple kötü bir iletişim aracı. Ne zamandır "İçimizdeki canavar" dan bahsetmek istiyordum aslında.  Zaman zaman aklıma bir şeyler geldiğinde not alıyorum. Bunu da not almışım bir süre önce. Kendimi iyi bir insan olarak tarif edebilirim sorsanız. İçimdeki canavar ortaya çıktığı anları saymazsak :) Geçen bir konuda ve hatta daha farklı zamanlarda farklı olaylardaki tepkilerimden rahatsız oldum. Bazen ne oluyorsa işte oluyor, içim

ANTALYA'DA SONBAHAR

Zonguldak ve Eskişehir de yaşadığım yıllar sonbahar ayını sevmezdim. O zamanlar, yağmur, kar-kış, sis gibi hava şartları belirlerdi ruh halimi :) Ciddilik payı olsa da şaka bir yana, deniz mevsimi kısa sürdüğü için sevmezdim. Yaz ortasında bile, yarın denize gideceğiz; ama hava nasıl olur ki diye düşününce. Antalya'da yaşamaya başladığımdan beri sonbahar aylarını çok seviyorum. Özellikle Eylül 15 sonrası, Ekim ve Kasım ayları..herkes evine-köyüne döndüğü için, okullar açıldığı için, sahil sakin, deniz temiz ve berrak, ayrı bir huzurlu oluyor. Geçen yaz ve sonbahar ayları çalışmadığım bir dönemdi, bu fırsatı oldukça iyi değerlendirdim. Sadece deniz konusunda değil tabi..Ekim-Kasım aylarında denize gidip yüzen bir avuç insan kalıyor. Bana onlar, operaya yanında opera seven biriyle gidip izlemiş-dinlemişsin gibi geliyor. Şu an birden aklıma geldi bu benzetme aslında. Operaya çok sık giden biri değilim; ama severim, özellikle canlı izleyerek dinlemeyi. Bir senesi hatırlıyorum, faz

GÜZELLİKLERE HER ZAMAN İHTİYACIMIZ VAR!

                    Özel günleri neden seviyorum? Çünkü herkeste olmadığı kadar bir pozitiflik, bir iyimserlik..Unuttuğumuz hoşgörü. Bayramlar mesela; her ne kadar eski bayramlar kalmadı dense de, kızgınlık, küskünlük o gün için unutuluyor. Uygulayan az da olsa var. Sevmediği birine bile, bayram hatırına iyi davrananlar var. "Bugün bayram kalp kırmayalım.!" Yeni yıl kutlamaları. Ne değişecek dense de; birçoğumuz bir sonraki yıla saklar yarım kalan hayallerini, yeniden planlar yapılır, yapılacaklar gözden geçirilir. Artılar-eksiler değerlendirilir. Gördüğüm kadarı ile yine, sadece sevdiklerimize değil, tanımadığımız insanlara bile 'İyi yıllar!' dileğinde bulunuyoruz.. Bu söz ile ne kadar mutlu olan, kendini iyi hisseden, yüzüne kocaman bir gülümseme yayılan insanlar biliyorum. Doğumgünleri. Yılda iki kere kutlansın; ama bir yaş atarak :-) Ne güzel dilekler, içten dualar duyuyor insan, nasıl mutlu olmazsın. Hediye alınca ne gerek var diyorlar ya,

SOS-YAL MEDYA

Dün uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımı aradım. Yaz başında rahatsızdı, sonrasında aradığımda telefonu kapalıydı, bir daha aramadım. Telefonla iletişim konusunda tembelim. Bugün, az sonra, şimdi müsait değildir, derken zaman geçer. Arkadaşımın, arada facebookta paylaştığı fotoğrafları gördüğüm için, kendimce iyi olduğu sonucuna varmıştım :( Dün ilk aradığımda telefonu kapalıydı yine, görünce o beni aradı. Meğer teşhis ve tedavisi uzun bir hastalığa yakalanmış. Hastalığı yüzünden, yaz tatilini çoğunlukla evde geçirmiş. Ve daha iyileşmemiş :( Sanal aleme öyle bir sardık ki, normalde insan ilişkileri nasıl olurdu unuttuk. Facebookta paylaştığı bir fotoğrafa, bir iletiye göre yorum yapıyoruz kendimizce. Keyfi yerinde, şu an gezmede vs.. Benzer hareketi, kendimde de farkedince, çok kızdım. Fotoğraf örneğini verince başka iletişimsizlikler de geldi aklıma. Evet paylaştıkları sayesinde, tanımadığımız biri hakkında fikir sahibi olabiliriz, bu doğru; ama tanıdığımız birinde duru

BİR KİTAP - DİLRUBA

1905’te Topkapı Hamamı’da çıkan büyük Edirne yangınında hem öksüz hem yetim kalan Dilruba’nın hikayesini anlatıyor yazarımız. Bir yetimin hikayesi gibi gözükse de, aslında Osmanlı topraklarında, şeriat altında yaşayan, peçeye mahkum edilen tüm kadınların hikayesini ve mücadelesini anlatıyor.  14 yaşında, ailesini yangında kaybeden Dilruba’yı Darülaceze’ye yerleştiriyorlar. Dedesi ve amcası onu sahipleniyor. Dedesi son derece mülayim, anlayışlı ve boş vaktini atölyesinde resim yaparak geçiren bir ihtiyardır. Evde amcası, hasta yengesi ve desteğini her zaman hissettiği Kazım ağabeyi yaşamaktadır. Yengesi hasta yatağında yatarken, amcası, kızı yaşlarında oldukça güzel ve daha önce hiç evlenmemiş olan Züleyha ‘yı kuma olarak getirir eve. Yengesinin beklenen ölümü ile evin hakimiyeti Züleyha’ya geçer. Güzelliği ve cilvesi ile amcasını parmağında oynatan Züleyha, ev halkına karşı çok sevecen değildir. Dedesi, Dilruba’yı muallim mektebine yazdırır. Bu okul, Dilruba’nın yaşamınd

BİR KİTAP - BAY DALDRY'NİN TUHAF İSTANBUL YOLCULUĞU

                     “Rastlantıların basitliğine, tesadüfün sahiciliğine” inanıyor musunuz?  Evet ? O zaman anlatacaklarımı iyi dinleyin lütfen.  Kitap, falcı kadınlara, alın yazısına ve hayattaki benzeri ipuçlarına inanmayan, koku yeteneği olan, Alice ve kavşak resimleri yapan, ressam Daldry’nin tuhaf hikayesini anlatıyor. Zaman zaman, Marc Levy’nin basit ama masalsı anlatımını, bazen hayal gücünü zorlayan, fantastik romanlarını okumayı seviyorum. Bay Daldry ve Alice iki komşudur. Alice’in arada bir gelip geç saatlere kadar oturan gürültücü arkadaşları vardır. Dolayısı ile komşusu Alice’i pek sevmez. Alice’in, geceleri şehrin yıldızlarını, gündüzleri gökyüzünü görebileceği bir cam çatısı vardır. Oysa ki bu cam çatı Bay Daldry’de olmalıydı. Alice arkadaşlarıyla Brighton’a yaptığı bir gezide, onların ısrarı üzerine falına baktırır. İnanmamasına rağmen kadının bakışları, sesi ve söylediği birkaç cümle onu düşündürür. Kadın ona “Hayatında herkesten çok yer tu

GEZELİM-GÖRELİM-YİYELİM (!)

Farklı kültürleri tanımak, değişik yerler gezmek-görmek, insanın ufkunu genişletiyor diyorlar ya; yalan. Elbette gezelim-görelim-yiyelim(!) tarzında çok şey katıyordur :-) Ukalalık yapmak istemiyorum; ama gözlemlediğim kadarıyla öyle ne yazık ki. Gitmeden önceki hallerini biliyorum, dönünce gittikleri gibi döndüklerini görünce hayal kırıklığına uğruyorum nedense. Üstüme ne vazifeyse, bilgelik katıp kendilerine dönmelerini bekliyorum galiba :) Mutlaka farkındalığı yüksek insanlarda durum böyle değildir. Şimdi herkesi bir tutmak yanlış olur. Demek ki düşünebilmek için, bakış açımızı genişletebilmek için, bir basamak daha yukarı çıkabilmek için kilometreler gitmeye gerek yok bazen. İnsan odadan odaya geçerken de bilgece düşünebilir :-) Bunları düşünürken Elif Şafak'ın bir yazısı geldi aklıma. 'Ermek ya da Erememek'. Hindistan'a gidip, iki ay inzivaya çekilip, geri dönen bir arkadaşını ziyarete gidiyor Elif Şafak. Arkadaşı, mutfaktan iki tepsi ayıklanmamış, ku

YİNE SEVDİM

Yaşlıları çok seviyorum, bu akşam bir kere daha emin oldum. Akşam iş çıkışı, eve gitmeden, markete uğrayayım dedim. Yorgun ve dalgın bir şekilde yürüyorum, başım yere bakıyor-muş. Tanımadığım bir teyze yanımdan geçerken "Çok mu yorgunsun, gözün kapalı?" dedi. Birkaç adım geçmiştim, ona doğru döndüm, gülümsedim. Ben gülümseyince, yanıma geldi "Gözlerin kapalı gidiyorsun, yorgun olanın gözü kapanır" dedi. "Yoruldum teyzecim, işten geliyorum" dedim. Sonra nedense, teyze beni kırdığını düşündü. "Kızım, darılmadın değil mi bana, öyle dedim, diye" dedi. "Yok teyzecim, olur mu hiç" dedim. Sonra sarıldı, öptü beni, birden çok sevdim teyzeyi, anneannemi hatırladım. İyimser, tonton, tatlı dilli yaşlıları çok seviyorum. Anneannemin önümüzdeki ay, ölüm yıldönümü, ağzından dua eksik olmayan, sakin, pırıl pırıl, giyinmeyi ve gezmeyi çok seven biriydi. Aile büyüklerinin, insanın hayatında önemli bir yere sahip olduklarını düşünüyorum. Birle

ZAMAN MAKİNESİ YAPILSIN ARTIK :)

Hiç bir bebeğin gelişimini gözlemleme fırsatınız oldu mu? Büyük yeğenimin bebekliğinde, benim bir süre oldu. Doğduğunda sıfır, hiç bir şey bilmiyor ve sonra gün gün, saat saat büyüyor. Gülmesi bile hayret verici bir olay oluyor yakınındakiler için, 'Aaaa bana güldü!!' :-) Bebek sevmeyen ya da yakınında olmayan biri için ne kadar sıradan bir şey.  Bebeklerle başladım; ama aslında bebekler değildi bu yazının sebebi. Yetişkinler ve yaşlılar. Onlarda durum tam tersi, belli bir yaştan sonra yaş aldıkça küçülüyorlar. Çocuk gibi, birşeylere hayret edip, çocuk gibi saçmalıyorlar. Yani durum, 'Benjamin Butto'nun Tuhaf Hikayesi' gibi olmasa da, yaşlandıkça küçülüyoruz işte. Bir bebeğin, gözünüzün önünde büyümesi ne kadar heyecan ve mutluluk verici ise; bir yetişkinin yakınınızda 'büyümesi' de tam tersi, üzücü. Hep öyle kalsalar istiyorsunuz... Yazmayalı uzun bir zaman oldu. Şöyle çatlak patlak bir şeyler yazmak isterken drama boğulduk yine :)

BİR KİTAP - ROMANTİKA

Size Romantika’yı anlatmaya çalışacağım desem, umursamayacaksınız, biliyorum. Şu Çılgın Türkler’in yazarı, Turgut Özakman’ın yazdığı bir kitap dersem? Turgut Özakman’dan romantik bir aşk hikayesi. İlk basım tarihi Ocak 2000, benim okuduğum ise yedinci baskısı. Yaklaşık beş yıldır aklımda; ama bir türlü alıp okuyamamıştım, hep araya başka kitaplar girdi, unuttum. Romantika, yazarımızın ikinci kitabıdır. Yazarımızın, Diriliş-Çanakkale, Cumhuriyet-Türk Mucizesi gibi çok değerli kitapları bazı kitaplarındandır. 28 Eylül 2013’te, 83 yaşında vefat etmiştir. Geçen yine farklı bir kitabı almak için gitmiştim, yokmuş, rafta Romantika’ya takıldım, aradığım kitap da yoktu, demek bu kitabı okuma zamanım gelmişti. Elime aldım, sayfalarını çevirdim, beni saracak gibi hissettim, kitap kapağı da çok güzel. Kabartma şeklinde iki kelebek.  Hikayeyi romanımızın kahramanı Doğan Hoca’nın kızı Şirin’den dinliyoruz. Doğan Hoca 1960’lı yıllarda, sanat tarihi kürsüsünde aydın bir doçenttir. Sağ-sol çat

BİR KİTAP - SON ADA

"Ütopya tam bir distopyaya dönüşürken, başta martılar, bu gidişe başkaldıranlar da vardır." ‘Son Ada’ kitabını, tavsiye üzerine aldım. Zülfü Livaneli kitaplarını çok severim, Anlatımı sade, abartıdan uzaktır. Sade anlatımının yanında, okurken o zamanlara gider, o anları yaşar, yazılanları hissedersiniz. ‘Son Ada’ alegorik edebiyatının (Bir fikrin, davranışın eylemin, duygunun, bir kavramın ya da bir nesnenin simgelerle, sembollerle ifade edilmesi) örneklerinden bir kitap. Kitap kapağı da hikayeye yakışan türden olmuş. Yazarımız bu romanı ile 2009 Orhan Kemal Roman Armağanı'nını almış. Kitap için, “ Belli bir ülkeyi anlatmamasına karşın, belki de benim en politik romanım ” diyor, yazarımız. Çoğumuzun aklına tatil geldiğinde, tropik adalar düşünür. Yemyeşil bir ormanın kenarında, fildişi renginde kumsallar, berrak sular hayal ederiz. Hikayemiz de böyle bir adada geçiyor. Son Ada, son sığınak, son insani köşe.. Tesadüfen bir araya gelmiş kırk aileden oluşan

BİR KİTAP - ELİF

“Küçük Elif daima beklenmedik bir anda zuhur eder. Sokakta yürürken, bir yerde otururken….Kendine bile açıklayamadığın bir şeyleri anlamakta olduğunu bilirsin. Büyük Elif, aralarında çok güçlü bir bağ bulunan iki veya daha fazla kişinin tesadüfen Küçük Elif’te bir araya gelmesiyle zuhur eder. İsa başlangıcı ve sonu tarif ettiğinde, Elif zamanın dışında kalandır." Bir partiye gittiğinde, salonun bazı yerlerinde kendini daha rahat hissedersin. Bu örnek Elif’i açıklamak için biraz zayıf kalıyor; ama ilahi enerjinin akışı herkes için farklıdır. Eğer partide doğru yeri bulabilirsen enerji sana canlılık ve güven verir. Bazen Elif noktasından geçen biri, orayı gayet iyi tanıyormuş gibi tuhaf bir hisse kapılır. Fakat durup uzun boylu düşünmeyeceği için bu his çok geçmeden kaybolur.” Paulo Coelho, kitabı en çok dile çevrilmiş yaşayan yazarlardan biri olarak Guinnes Rekorlar kitabına girmiş birisidir. Kitaplarından Simyacı, tarihte en çok satan kitaplardan biri olmuştur. Ele

BİZE BİRAZ ÇOCUK GÜCÜ GEREK

Yaklaşık on gündür yeğenlerimi görmemiştim. Bugün biraz onlarla vakit geçirdim, çok özlemişim. Çocukların ne güzel bir hayal gücü var, cesurca, korkusuzca, saf bir içtenlikle düşünüyorlar ve istiyorlar. Bir çocuk bir şey anlatırken dikkat edin. Nasıl heyecan ve coşkuyla, gözleri parlıyor anlatırken; çünkü inancı tam. Fantastik bir dünyada yaşıyorlar. İmkansızın anlamını bilmiyorlar, sadece o an gözünde canlandırdığına inanıyor.  Bazen bizim de ihtiyacımız olan bu sanırım.  Saf kalple, inanarak, heyecan ve coşkuyla istemek. Yeğenim yedi ya da sekiz yaşına girdiği seneydi sanırım, bir an önce büyümek istediğini anlatıyordu. Sebebini sordum. 'İstediği zaman, istediği kadar dondurma yemek ve alabilmek.' Buymuş sebebi. Çocuklar için, sadece bizim basit gördüğümüz konular zor. Diğer her şeyi öyle kolay kurguluyorlar ki, tam istedikleri gibi. Ben de biraz hayalperest bir çocuktum. Ben daha çok okuduğum kitaplardan etkileniyordum sanırım. Çocukluğumda şimdikinden daha düzenli kita

İNSANIN CANININ ÇOK SIKILDIĞI YAŞLAR

Onbeşli yaşlarımı hatırladım bugün, hatta tam onbeş kısmını. Nereden, ne sebeple hatırladım bilmiyorum. O yaşlarda Zonguldak'ta yaşıyordum. Dört katlı bir apartmanın giriş katında oturuyorduk, evin önünde küçük bir bahçe vardı. Sağımızda üç katlı bir apartman vardı. Her bir kat birbirinden bağımsızdı. Alt katta genç evli bir abla vardı, onu çok severdik. Rize'li komik biriydi. Orta katta ise, bir dairede altmışlı yaşlarında bir teyzemiz vardı. Allah huzur içinde yatırsın, çok tatlı, şeker gibi biriydi. Kafa dengiydi, onbeşli yaşlarda bazılarının canı çok sıkılır, ne yapacağını bilemez. Ben de öyleydim :-) Annemi kandıramazsak, o teyzeye söylerdik, sahile vb. bir yerlere gitmek için. Onun bitişiğindeki dairede de, Erzurum'dan gelmiş bir aile yaşardı. Üç tane kızı vardı ve tuvalet camları bizim sokak kapımıza bakıyordu. Bizim kapı zili çalmışsa ya da kapı açılmışsa ve lavobada biri varsa mutlaka kafasını bir çıkarırdı oradan :-)(anne veya üç kızından biri)  Sol tarafım

BİR KİTAP - GÖLGE HIRSIZI

İnsanların ne düşündüklerini ya da onları nelerin mutsuz ettiğini bilme gücünüz olsaydı ne yapardınız? “Gölgesini çaldığın her insanın, hayatını aydınlatacak o ışığı, gizli belleklerinin o parçasını bul, biz senden yalnız bunu istiyoruz. ‘Biz?’ ‘Biz gölgeler’ ‘Sen sahiden benim gölgem misin?’ ‘Senin, Yves’in, Luc’un, Marques’in, ne fark eder, sınıf temsilcisiyim diyelim.’ ” Kahramanımızın adı hiç geçmiyor kitapta. Bir adı olmadığı için kahramanımıza Gölge Çocuk diyeceğim. Yazarımız, uzun cümleler kurmasına rağmen akıcı bir dille çevrilmiş. Fantastik hikayeler seviyorsanız özellikle okumalısınız.  Sınıfının en kısası olmak, okul hayatı boyunca rahatsız etmiştir onu. Bu rahatsızlığa aynı zamanda, tahtayı silmek, tebeşirleri yerleştirmek, spor salonundaki minderleri toparlamak, çok yüksekte olan rafa basket toplarını dizmek ve en kötüsü de sınıf fotoğrafında en ön sırada poz vermek zorunda kalmak gibi durumlar da ekleniyor. Sınıf arkadaşı Marques de

BİR KİTAP - CUMHURİYET GELİNİ

“Bu kitabı Sgk Narlıdere Dinlenme Bakımevi’ne girmek istediğimi söylediğim zaman ‘Hayırrr!’ diye itiraz eden, beni bu isteğimden vazgeçirmek için pek çok öneriler sunan çocuklarıma ve torunlarıma adıyorum. Dışarıdan bizim yaşantımızı bilmeden, ‘Bakacak kimsen yok muydu? Aman! Allah beni huzurevine düşmekten korusun!’ diyenlerin düşüncelerini değiştirmek için bu kitabı yazdım.” diyor yazarımız Sevil Yalçınduran.  Kitabı okuyana kadar hiç bu açıdan düşünmemiştim. Geçen yıl, üyesi olduğum bir dernekle yaptığımız, huzurevi ziyaretini hatırladım sonra. Adını sorduğumuzda söylemeye çekinen, teyzelerimiz ve amcalarımız, ellerine mikrofunu alıp, şiir, şarkı, mani ne biliyorlarsa, çocuk heyecanıyla söylemek için yarıştılar birbirleri ile. Yazarımız da, bir çoğunun gençken yapamadığı pek çok şeyi, geç de olsa orada yapma fırsatı bulduğunu anlatıyor. Halkeğitim kendilerine çok güzel imkanlar sağlamış. Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği koroları, tiyatro kursları gibi. Hobi odası

BİR KİTAP - SEN BANA MEVSİMLERDEN SÖZ ET

“Yüzleri insanı yanıltmayacak kişiler var; korunmuş oldukları hemen anlaşılır. Bazıları acılara, bazıları da derin duygulara karşı korunmuş. Görünüşleri durgun denize benzer. Pürüzsüz.” Reenkarnasyona inanır mısınız? Eğer cevabınız ‘Hayır’ ise, kitaptan sonra en azından kafanız karışacaktır. Belki önceden umursamadığınız rüyalarınız sizi uyutmayacak Belki de hayata geçirmeye değer bulmadığınız ya da cesaret edemediğiniz düşlerinizin peşinden gideceksiniz. Belki rastlantı olarak gördüğünüz olaylar merakınızı uyandıracak, yaşamınızın eksik parçalarını bulup puzzle’ı tamamlamak isteyeceksiniz. Reenkarnasyon konusunda ben ortada bir yerdeyim; ama “Yeniden doğmak: İnsan bir hayattan daha iyisine geçiyor, bilgelikte ve dinginlikte gelişiyor, tüme yaklaşıyor.” fikri mantıklı geliyor. Bu kitap bir aşk hikayesinden daha çok, Şamanlıktan, Reenkarnasyondan, Antik Yunan’a kadar her şeyi anlatan bir kitap. “Bir zamanlar birbirlerini çılgınca seven bir erkek ile bir kadın vardı. Eskiden yaşadıla

BİR KİTAP - BUDA, GEOFF VE BEN

“Budizm doğal olanları takdir etmenin bir yolu muydu, yoksa bazı şeyleri değiştirme konusunda bir şey miydi? Kendi yaşamının kapısını açmak, evren sırlarının kapılarını açmaktan daha da zordur.. Hayatın gerçeklerle doldurulmayı bekleyen bir boşluktur. Eğer bunu sen yapmazsan başka biri yapacaktır Budizmde Lotus Çiçeği (Nilüfer) bir simgedir. Nilüfer çiçeği bataklıklarda yetişir. Bataklık bizim sorunlarımız, kederlerimizdir, acılarımızdır. Potansiyeli açığa çıkarmayı beceremezsek çiçek yoktur.” Ortalama, hatta vasat bir mutlulukla yaşarken bir gün biriyle karşılaşırsınız ve hayatınız değişir. Yaşama, olaylara, yaşadıklarınıza bakış açınız değişir. Ed’in hayatı da bu şekilde bir karşılaşma ile değişiyor. Bir gün barda tesadüfen karşılaştığı içki ve sigara içen garip Budist Geoff, Ed’in can dostu oluyor. İlk başlarda Ed, Geoff’a güvenmiyor, nasihatları canını sıkıyor. Buna rağmen ne zaman başı sıkışsa bu garip Budist adamı arıyor. Geoff ise her seferinde aynı ilgi ve içtenlikle onu dinli