Ana içeriğe atla

BİR KİTAP - DİLRUBA



1905’te Topkapı Hamamı’da çıkan büyük Edirne yangınında hem öksüz hem yetim kalan Dilruba’nın hikayesini anlatıyor yazarımız. Bir yetimin hikayesi gibi gözükse de, aslında Osmanlı topraklarında, şeriat altında yaşayan, peçeye mahkum edilen tüm kadınların hikayesini ve mücadelesini anlatıyor. 


14 yaşında, ailesini yangında kaybeden Dilruba’yı Darülaceze’ye yerleştiriyorlar. Dedesi ve amcası onu sahipleniyor. Dedesi son derece mülayim, anlayışlı ve boş vaktini atölyesinde resim yaparak geçiren bir ihtiyardır. Evde amcası, hasta yengesi ve desteğini her zaman hissettiği Kazım ağabeyi yaşamaktadır. Yengesi hasta yatağında yatarken, amcası, kızı yaşlarında oldukça güzel ve daha önce hiç evlenmemiş olan Züleyha ‘yı kuma olarak getirir eve. Yengesinin beklenen ölümü ile evin hakimiyeti Züleyha’ya geçer. Güzelliği ve cilvesi ile amcasını parmağında oynatan Züleyha, ev halkına karşı çok sevecen değildir. Dedesi, Dilruba’yı muallim mektebine yazdırır. Bu okul, Dilruba’nın yaşamında bir dönüm noktası olur. Kendisi gibi aydınlanma yanlısı insanlarla tanışır. Okulu devam ederken, yengesi Züleyha’nın gözü üzerindedir. Onu dedesi neredeyse dedesi yaşında bir adamla evlendirmek ister. Dilruba intihar numarası yapar ve başarılı da olur. Bu arada Kazım ağabeyi, yine her zamanki gibi yanında olur. Öğretmeni Ümmühan Hoca sayesinde, Reşat Bey ile tanışır. Yine aynı dönemlerde, gittiği bir kadın derneğinde, ilk kadın feminist Mary Mills Patrick ile tanışır. Türk edebiyatının ilk kadın yazarı olarak bilinen Fatma Aliye Hanım, Halide Edip gibi ünlü isimler de bu dönemde tanıştığı ünlü isimlerdendir. Miss Mary peçeye karşı mücadele başlatmıştır. Şeraite karşı başlattığı mücadelede, sadece burjuva kesimindeki kadınlara etkisi olmamış, işçi kesimindekilere de tesir etmiştir. Bütün bu mücadelenin içinde, evliliğini devam ettirebilmek, mutluluğunu ve huzurunu sürdürebilmek için, Dilruba’nın, kocasına bir erkek evlat vermesi gerekmektedir 


Kurtuluş savaşı zamanında, kocasının, kendisine ve vatana ihaneti Dilruba’yı derinden sarsar. Reşat Bey’in geçerli bir cevabı olabilir mi? Üstelik çok sevdiği Kazım ağabeyinden de bu sefer beklediği desteği bulamaz. İşgal altındaki şehrin bir kısmı, salgın hastalıkla mücadele ederken, sefalet çekerken; diğer tarafta Beyoğlu’nda eğlence mekanları, sinema-tiyatro salonları tıklım tıklımdı. 


Zorlu bir savaşın ardından, Cumhuriyet kurulduktan sonra da Kadınlar’ın kimlik mücadelesi devam ediyor. Dilruba ve arkadaşları, kadınlara seçme ve seçilme hakkını alabilmek çalışmalara başlıyorlar. 1923 tarihinde, Dilruba ve arkadaşlarının kurduğu Kadınlar Halk Fırkası günümüze de ışık tutmaya devam etmektedir. Değerli büyüklerimizin, o zamanın koşullarındaki cesareti (kadının bir eşya gibi görüldüğü dönemde!) hayranlık uyandırıyor. Bizler böyle bir nesilin torunlarıyız, hadi! dedirtiyor..


Kitap kapağında bir kadın resmi var. Yarısı peçeli, yarısı modern. Yazarımız kaynak olarak, sayamayacağım kadar fazla eserden faydalanmış. Dilruba, Ankara’lı yazarımızın, üçüncü kitabıdır. 

Kadınların geçmişten günümüze mücadelesi hiç bitmemiş diyorsunuz okurken. Bazı paragraflar çok tanıdık geliyor, oysa ki şöyle bir baktığımızda çok geçmiş yıllarda yaşanmış. Kitabın sonunda Birinci Kitabın Sonu yazıyor. Yazarımız ikincisini yazacak mı? Yoksa biz kadınlar her birimiz kendi hikayemizi mi yaşayacağız? 



Yazar: Turgut TÜRKSOY









Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NASIL BULMAK İSTİYORSAK ÖYLE BIRAKALIM

Bugün Aktif Felsefe Derneği ile çevre temizliği yaptık. 27 kişiymişiz, fena bir sayı değil aslında, çevre temizliği etkinliği olduğunu düşünürsek. İlk başta bir şey yok gibi gözüküyordu, sonra bir baktım traktörde bir çöp yığını oluşmuş torba torba. İnsanlar neler neler atmışlar, acaba bugün bizimle orada olup çöp toplasalardı, tekrar atarlar mıydı? merak ettim... Umursamazlık, nasıl olsa arkadan biri toplayacak, zaten bizden önce de atılmış, vb.gibi düşüncelerle bu saygısızlık yapılıyor. Ben bunu öncelikle kendine saygısızlık olarak görüyorum. Bir de şu var, iş hayatında da çok rahatsız olduğum bir konuydu. İnsanlar tek tek çok iyi; ama bir araya geldiklerinde korkunç olabiliyorlar. Ortak kullanım alanlarının kullanımı konusunda da bu geçerli..Evinde hijyen hastası kesilen biri, ortak kullanım alanlarını kullanırken inanılmaz davranıyor. Kendi yaptığının anlaşılmayacağı rahatlığı mı? yoksa başka biri temizleyecek nasılsa mantığı mı? ya da her ikisi..  Sınırlı bir alanı temiz...

KASITLI KÖTÜLÜK İFLAH OLMAZ

 Geçenlerde The I-land diye bir dizi izledim. Yorumlara baksaydım izlemezdim sanırım; ama ben diziyi beğendim, Lost'un tamamını izlememiştim ona benzerliğinden bahsetmişler, benziyor da tabi ki Lost çok daha güzeldi. Aslında The I-Land dizisinin fikrini sevdim.  3-5 yıldır iyilik ve kötülük üzerine düşündüğüm bir şeyi hatırlattı. Bir insan size yanlışlıkla kötülük yaptıysa, üzdüyse bu insan affedilebilir, sonucun size zarar vereceğini düşünememiş olabilir, kasıt yoktur,.vs.vs. Bunun tersi, kötülük kasıtlı ise, bile isteye yapıldıysa; emin olun ki bu insan pişman olmaz (istisnalar kaideyi bozmaz) ve fırsatını bulduğu ilk fırsatta size daha beterini yapar. Tecrübe ile sabittir. 😉Kaçın, kaçın, kaçın! Değişik sektörlerde çalıştığım için iki iş yerinde böyle insan modeline rast gelmişliğim var 😏Her ikisinin de ortak noktası biraz hasta ruhlu olmalarıydı ve kıskanç karakterleriydi. İlk bahsettiğim daha bilindik ortalık karıştıran tiplerden. Sonra denk gelen tam bir psikopattı. Şan...

"ZAMANIN İKİ BOYUTU VARMIŞ..."

Amanın yeni sene de almış başını gidiyor. Klasik bir cümle gibi olacak; ama yaşadığımız An'ların, ama gerçekten yaşadığımızı hissettiğimiz An'ların kıymetini bilmek gerek. Mutlu olmak için bir otobüse binmedik, 2 durak sonra inip Mutluluk'a ulaşmayacağız. Yol boyu izlediğimiz manzara kadar mutlu olacağız. O sebeple bu olsun-şu olsun mutlu olayım diye kendimizi şartlandırmamalıyız.  "Yaşamda, endişelerin %90'ı yersizmis~!" Yaşamak çok güzel de yarın ya da belki az sonra ölmeyeceğimizi biliyor muyuz? Öyleyse bu fani dünyada, önemli olan, 'önemli olmak değil değerli olmak, değerli hissetmek'. Bir de "Sene değişti, insanlar değişmedi, durumlar değişmedi falan filan...." diyorlar ya hani, ee o zaman biz değişelim bir zahmet! :-)